Her zerrede O’ndan bir iz, her bakışta O’ndan bir yansıma vardır. Ağaçlarda, yıldızlarda, bir çocuğun tebessümünde ya da bir dostun gözlerinde… Seven bir gönül, baktığında sadece mahlûku değil, Hâlık’ın nurunu da görür.
Hakk’ta görmek, gözle değil, gönül gözüyle mümkün olur. Ve gönül gözü, ancak arınmış bir kalpte açılır. Kin, kibir ve bencillik o gözü kör eder. Oysa sevgi, sabır ve teslimiyet, kalbi cilalayan ilâhî fırçadır.
“Hakta seni görmek” aslında iki yönlü bir kapıdır:
Hem Allah’ı insanın gönlünde görmek…
Hem de insanı Allah’ın yarattığı en güzel surette idrak etmek…
Sonuçta herkes ve her şey O’nun bir tecellisidir. Baktığın her yerde, “Sen varsın ya Rab!” diyebiliyorsan, işte o zaman Hakta görmeyi öğrenmişsindir.
“Gönül gözüyle bakan, her şeyde O’nu görür.”
İnsan; görmeye, aramaya ve bulmaya doğuştan meyilli bir varlık. Gözle baktığında suretleri görür; kulakla duyduğunda sözleri. Ama gönülle baktığında? İşte o zaman, görünmeyenin derinliğinde Hakk’ın izine rastlar. Hakk’ı görmek… ya da daha derin bir ifadeyle, “Hakta seni görmek.”
Bu cümle sadece tasavvufun değil, aynı zamanda insanın ruhsal olgunlaşma sürecinin de özüdür. Her şeyin yüzeyine bakarak hüküm vermek kolaydır. Zor olan, kabuğu delip öze ulaşmaktır. Bir bakışta insanda, olayda ya da bir zerrede ilâhî dokunuşu görebilmek, en büyük manevi yolculuktur.
Görmek mi, Tanımak mı?
Görmek yalnızca bakmak değildir. Bakmak bir fiildir; görmek ise bir haldir. Kalpten gelen bir niyetle bakıldığında, göz değil, gönül devreye girer. Ve gönül; suretin ardında saklı olanı, yani Hakk’ın yansımasını görmeye başlar. Bu, Mevlânâ’nın dediği gibi:
“Ben seni sende değil, sende tecelli edeni seviyorum.”
İşte o zaman bir dostun gülümsemesinde, yaşlı bir annenin ellerinde, bir çocuğun bakışında, hatta yolda yürürken karşına çıkan bir yabancıda bile “O”ndan bir iz görürsün. O iz, sana hatırlatır: Bu dünya, bir sahne değil; bir aynadır. Ve her aynada, Hakk’ın farklı bir cilvesi yansır.
İnsan, Hakk’ın Aynasıdır
Tasavvuf ehli der ki, “İnsan, en yüce ayna, en güzel surettir.” Çünkü Allah, kendini en güzel surette insanda göstermiştir. Bu nedenle insanı sevmek, hor görmemek, yargılamamak; aslında Hakk’a duyulan saygının bir yansımasıdır.
“Hakta seni görmek”, bir kişiye değil, o kişinin kalbindeki ilâhî parçaya yönelmektir. O parçayı tanıyan, artık neye baksa O’nu arar. O’nu görür. Hatta bazen öyle anlar olur ki, bir taşın suskunluğu, bir kuşun kanat çırpışı, bir yaprağın düşüşü bile Hakk’ın sessiz fısıltısına dönüşür.
Zor Olan Budur Zaten
Herkes güzel olanı sever. Ama Hakk’ı gören kişi, çirkin görünenin içindeki güzelliği fark eder. Zahiren kusurlu olanın bile içinde bir hikmet yattığını bilir. Çünkü O, her şeyi bir sebep üzere yaratmıştır. Her yürek acısı, her ayrılık, her kırgınlık… hepsi seni Hakk’a götüren yolda bir adım olabilir.
İşte bu yüzden, “Hakta seni görmek”, sabır ister, farkındalık ister, yürek ister. Göz değil, gönül ister. Her şeyde O’nu görebilmek için önce kalbinin pasını silmelisin. Öfkeni, kibrini, yargılarını bırakmalısın. Ancak o zaman gönül gözü açılır. Ve hakikatin manzarası sana tebessüm eder.
Son Söz
Hayat, bir yolculuktur. Görünenin arkasındaki görünmeyeni fark etme yolculuğu…
Ve bu yolculukta en büyük kazanç, her şeyde ve herkeste Hakk’ı görebilme becerisidir. Bir insana, bir olaya, bir ana bakıp da “Sen varsın Ya Rab” diyebiliyorsan, işte o zaman Hakta Seni Görmek sende tahakkuk etmiş demektir.
Çünkü aslolan bakmak değil, görmektir.
Ve görmenin en güzel hali, Hakk’ta O’nu, O’nda seni, sende O’nu bulmaktır.